– Annen var mı senin?
– Var tabiî.
– Ne iş yapar?
– Çamaşıra gidiyor.
– Sen ne olacaksın büyüyünce?
– Ben mi? dedi.
Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de birbirimize baktık.
-Ben, dedi, boyacı olacağım.
– Ne boyacısı?
– Kundura boyacısı.
– Neden kundura boyacısı?
– Ya ne olayım?
– Doktor ol, dedim.
– Olmam, dedi.
– Neden ?
– Olmam işte.
– Neden ama?
– Doktoru sevmem ki.
– Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
– Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
– Ama annen iyileşti.
– Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben.
– Peki, dedim, öğretmen ol.
– Ben mektebe gitmiyorum ki.
– Neden?
– Öğretmen beni dövüyor.
– Neden?
– Yaramazlık ediyorum da ondan.
– Sen de yaramazlık yapma.
– Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
– Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
– Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının p.çi” dedi. Ben de döğdüm onu. Öğretmen de beni döğdü. Ondan sonra hep çamaşırcının p.çi diye çağırdılar. Hiç kimseyi döğmedim. Yaramazlıkmış diye. Birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen diye döğdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem döğdüler, hem mektepten koğdular.
– Çok fena yapmışsın.
– Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki.
– Ne olmak istiyorsun ya?
– Boyacı olacağım dedim ya.
“Ürkek bir serçe gibi eğme başını.
Kaldır başını ve dimdik dur.
Bu senin değil, ülkemin ayıbı.
Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk. “
Sait faik ABASIYANIK